Fotoğrafım
"Hayat, ölümün biyolojik olarak aktif sahasıdır. Hiç birimiz yaşamıyoruz, hepimiz ölüyoruz. Safhalar değiştirilemez, sadece eklemeler ve çıkarmalar vardır. Ölüm anı bir noktadır, eklenip çıkarılabilir..."

1 Ocak 2010 Cuma

YİTİP GİDENLER

Bugün acı gerçeklerle karşılaştım.Öyle böyle değil.Her gün ki gibi takip ettiğim köşe yazarlarını okuyordum.Sol tarafta ünlülerin
boyları kaç? adlı bir resim galerisi vardı.Arkadaşa gel lan buraya dedim.Her tıkladığımızda ünlünün resmi görünüyordu.Boyunun
ne kadar olduğunu öğrenmek için sayfayı biraz aşağı indirmek gerekiyordu.Hadi ya la tahmin ediyoruz dedim boylarını.112 ünlü
vardı ve biz bazı ünsüz olduğunu düşündüğümüz bireylerin bile boylarında aşağı yukarı konuşma becerisi gösteriyoduk.
Lan ne boş işlerle uğraşıyosun finaller yaklaşıyo iki kitap oku,iki not çıkar diyosunuz belki ama boş iş değildi dedim ya acı gerçeklerle yüzleşmeme sebep oldu.Şu gerçeği farkettim ben artık büyümüyordum(cm olarak).3 yıl öncede,dünde hep daha büyüyecekmişim gibi geliyordu.3 sene önce abim 1.85,bende 1.72 cm civarlarındaydım.Bizi aile meclislerinde boy ölçüştürenlere hep ''sen 20 yaşındasın olum büyümen durdu ben 3 senede 10 cm daha uzarım'' diyordum.''Nereye 10 cm uzuyon lan ........''diye başlayıp noktalı yerede bir küfürü yapıştırıp cümleyi cilaladığınızı duyar gibiyim.[bkz: küfür dilin cilasıdır(Neyzen Tevfik)]


Ben bu gece odama geçene kadar bilincimde hep daha uzamak vardı.Bende sizin kurduğunuz cümlenin çok daha ağırını kurdum kendime.Karşılaştığım acı gerçekti.3 yılda 3 cm büyüyüp 1.75 olmuştum.Oysa ben neler ummuştum o yitip giden 3 yıldan.(ortalama yılda 3 cm uzadım lan)
Sonra çok daha acı gerçeklerle karşılaştım.Bir şeyi sürekli hayal ediyosun ama artık hayallerini yenilemenin farkına varmıyosun.Son
ana kadar son saniyeye kadar bekliyosun.Olmıycağını bile bile bekliyosun.Sevgilinden ayrılıyorsun ama o olur döner,senin onu nasıl sevdiğini anlarda geri döner diye bekliyosun ama olmuyor.Artık gelmiyeceğini farketmen ve kabullenmen gerekiyor.O artık ''yitip giden''olmuştur.Hayır dostlarım sevgilimden falan ayrılmadım:)Ben sizin hislerinize tercüman olmaya çalışıyorum.İddaa oynuyosun maçın son saniyesine kadar bekliyosun istediğin olsun diye.Hatta ben kupon yatınca bile bir iki gün atmıyorum olur da bir durum olur bir şey olur maç iptal falan olur diye.


Çok değil daha bir sene önce bebek olan emekleyerek gelen ikibindokuz şimdi yaşlandı ak sakallı ak saçlı(rüyalara girip başına talih kuşu konduğunu söyleyende budur heralde)olarak yitip gidiyor.İkibindokuzdan neler istedik;sevgi,mutluluk,dünya barışı vs.Ya ne demek istiyosun sende demeyin hiç.İkibin dokuz senedir hatta kaç bin senedir hep bunlar isteniyor ama gerçekleşti mi?bütün dünya el ele tutuşup barış türküleri söyledik mi?Olmuyor işte küçüçük bebekten neler bekliyoruz.İkibinonun bu seneden pek bir farkı olmayacak.İkibinsekizinde bu yıldan pek bi farkı yoktu.
Biraz daha küçük şeyler istemek lazım.Bir gün bütün dünya el ele verip türküler söylemek gibi bir hayalin olmasın.İstettirmezler
anam.Olucak şey değil şimdilik.Barış sadece iki savaş arası dönemi kapsıyor.


Ama insanın içinde küçüçük bir yerinde umut oluyor.Umut güzeldir,umut hoştur,umut fakirin ekmeğidir.Şimdi de kendinle çelişiyosun hem şöyle olmaz böyle olmaz diyosun barış falan olmıycak diyosun hemde umut et diyosun lan bu ne yaman bir çelişkidir?Umut edin, hayal edin ama hayallerinizde boğulmayın diyorum ben.Ya o değilde Shakira'nın boyu 1.50 cm yazıyodu.Gerçekten o kadar kısa mı o ablamız?



Shakira - 1,50

26 Aralık 2009 Cumartesi

ÇOCUKLUK İŞTE



Küçükken(tahmini 7, 7 buçuk yaşlarında)maç izlerken devre arası olmadığı halde reklam girmişti.Yani en azından ben öyle algılamıştım o zamanlar.Canlı kanlı oynanan bir maçtı.Sonra evde buna benzer bir şey oldu.Ben dedim ki''ee ben yarın(dünle yarını ayıramırdum o zamanlar)maç izlerken reklam girmişti maça ya'' dedim.Evde abim ve yaşıtlar vardı.Küçükken verilebilecek ilk tepkiyi verdiler''atma lan ordan''.Herkes benim attığımı düşündü ama ben ısrarcıydım böyle olduğuna ve biz bu konuyu tartıştık ciddi ciddi böyle bir şey olabilir mi olamaz mı diye.

Şimdi ki zamanların çoçuğu olsak gogıla yazardık hemencik.Evet şimdiki çocuklar gerçekten böyle.Bir gün bizim sokakta ki çocukların tartışmasına tanık oldum ama tartışma 1 dakika bile sürmeden bitti.Çocuklar Örümcek Adam'ın gerçekliğini sorguluyolardı.1 dakika geçtikten sonra söylediğiyle bana annesi tarafından avuç avuç kuru üzüm yedirilmiş,legolarla gökdelenler dikmiş olabileceği hissi uyandıran dahi çocuk''gogıla bakcaz lan gerçekten var mı yok mu gogıla bakcaz.''Telaffuzuyla da gogılın hakkını da veriyordu hani dahi çocuk.Şimdiki sistem ne menem bir şey dedim ya.Biz sokaktaki abilerimize sorardık sonra da evde akşam babalarımıza sorardık.Yani
küçükken teorik olarak,senin bilmediğini senden büyükler bilebilirdi.Ben şimdi tartışmaya katılıp evet gerçekten Örümcek Adam var desem(evet bence var) gogıla bakıp beni yalancı çıkaracak dahi çocuk.

O değilde ben küçükken Noel Baba'ya inanmadım hiç.Bilmiyorum küçükken inanan varmıydı.Sabaha karşı, ren geyiklerinin çektiği çıngıraklı arabasıyla uça uça "baba" gelecek, şömineden içeri girecek (şömineli kaç Türk evi var?), çocukların çam dalına asılı çoraplarına hediyeler dolduracak... Kömür sobalı ya da kaloriferli evlerde oturan Türk çocukları da havalarını alacaklar...Zaten bizim evde yılbaşında özel bi hazırlık yapılmazdı.Hala da öyledir.Zigon sehpada kuruyemişler,patlamış mısırlar,çaylar olur televizyon izlerdik.Bi de ben şimdiye kadar hiç 10'dan geriye sayıp yeni yıla merhaba demedim.

Bir de şey vardı 1 ocak resmi tatil olurdu ama sonraki gün okullar açılınca öğretmen ''evet çocuklar yılbaşı akşamı ne yaptınız bakalım herkes yazsın''buyururdu.Ulan ben hiç farklı bir şey yapmadım ki.30 Kasım akşamınıda yazsam 31 Ocağıda yazsam aynısını yazarım.Hemen tezcanlı arkadaşlarımız yazardı.Sizin sınıfta da var mıydı hoca kaldırana kadar 5 dakka parmağını havada tutan ?
O kişi ne sabırlı bir insandır Yarebbim.Neyse bir arkadaşımız çıktı okuyo yazısını.Bende onu dinliyorum ki bir şeyler kapıp yazıcam değiştirerek.Neyse kız başladı okuyor bu yazdığını;evdeydik(biz hep evdeydik),hindi yedik,tombala oynadık diye okuyo bu sonra yazının şurasına geldi;10'dan geriye doğru saydık hep beraber yeni yıla merhaba diyince annemin,babamın,abimin,teyzemin,eniştemin elini öptüm.Ne lan bu dedim el öpme de nerden çıktı?Tamam 10'dan geriye doğru saymanı anlayabilirim.Sözüm size 10'dan geriye sayanlar;siz ondan geriye doğru sayanlar,saymayanlara karşı üstünlük sağlamazsa inanıyorum ki ben yeni yıla giremeyiz.Siz lütfen saymaya devam edin.Ama el öpme olayı beni benden almıştı.O gün çok güldüm.Yazarkende gülüyorum.

Oha ya nasılda daldan dala atlamışım.Asıl anlatmak istediğim Noel Baba üzerineydi.Noel Baba aslında bir şiirden doğmuş.Şimdi haşmetli gogılda bulamadım şiiri ama gerçekten bu böyle olmuştur.(Sunay Akın söylemişse doğrudur).Noel Baba'nın orjinal rengi de yeşilmiş.1990'lü yıllarda Coca-Cola Noel Baba'yı kapitalizme kurban etmiş ve şimdiki rengini Coca-Cola'nın kırmızı rengini almıştır.Unutmayın iyi bir çocuk olursanız belki siz de bigun Noel Baba'yı görebilirsiniz.(pardon şirinleri görüyoduk iyi çocuk olunca)


Haddon Sundblum'un Coca-Cola şirketi için hazırladığı çizimlerden biri (1963)

23 Aralık 2009 Çarşamba

Öyle Değil Hiç Öyle Değil

Yoğun bir bayram ve hemen ardından başlayan daha yoğun bir vize haftasından sonra kendimi boşlukta hissedip ne yapıcağımı bilemiyorum.İnanın küveti sütle doldurup kıçıma buzlu badem sokacak durumdayım sıkıntıdan.ilk önce okumaya sarayım dedim.
Uykusuzun perşemde günü çıkıpta buraya cumartesi günü ulaşan bi yerde olduğumdan (inceden bi sitem var)bugün daha yeni alıp okuyorum.

...Böyle başlamışım bu yazıya 10 gün önce ama yazdığım kağıdın orjinalini görseniz ne zorluklarla yazmaya başlayabildiğimi anında anlarsınız.Koskaca öğrenci evinde (evimiz gerçekten çok büyük) bi çalışır durumda kalem bulamadım.Evet öğrenci evinde bulamadım.Vizeler biteli 1 gün olmuş evde de 3 tane talebe var ve evde ilaç için desen kalem yok.(annem küçükken birşeyin tamamen tükendiğini bize anlatmak için bu deyimi kullanırdı.-Anne ya para versene. -İnan ilaç için desen yok.)Ama yazmak için bir şeylerin varsa içinde,nerede olsan yazarsın.Bakalım Arjantin yazar Roberto Arlt yazmak konusunda neler yazmış.''İnsanın söyleyecek bir sözü varsa bir tomar kağıdı önüne koyup cehenneme benzeyen bir hücrede bile yazar.Tanrı ya da şeytan kulağına dile sığmaz sözcükler fısıldamak için yanıbaşındadır.''Yazmak böyle bir şey olmalı ki benim bu ikinci yazma isteğim.Yazdıklarım belkide dünyanın en kötüsüdür ama benim olan bişey sonuçta.Ben benim olan her şeyi severim.(bencillik değil bu bir şeyin tamamen senin ürünün olma duygusu)Takdir edilme isteği yok hiç içimde hani.Franz Kafka gibi(oha lan Kafka'yla kendim bir tutmuş gibi oldu ama öyle değil hiç öyle değil.)yazdıklarım imha edilsin (ne yazdın ki la sanki cilt cilt kitaplar yazdın, daha bu ikinci yazın dediğinizi duyuyorum.haklısınız ama öyle değil hiç öyle değil söylemek istediğim) isterim.Arkadaşı Max Brod' ta yememiş içmemis yayınlamış eserlerini.Hayır çok iyi yapmış ta insanın vasiyeti yerine getirilir be arkadaş.Ama ne olursa olsun Max'ta temiz bi adammış iyi adammış aynı üniversitede yaşasaydık eve çıkardım yani hiç düşünmeden,benim kitaplarım diyip üstüne yatmamış güzelim eserlerin.Anladınız inşallah bu yazıda çok ince mesajlar var ama anlayana(vardır heralde ben göremedim o ince mesajları ama gören vardır belki).Franz Kafka da "iyi, bir bakıma iç karartıcıdır" buyurmuştur.Hadi gidin varın siz düşünün gerisini..

20 Aralık 2009 Pazar

Sakızım Düştü

'Basarsan alırsın'lı 'koşu yoluma at'lı klasik bir maçtı. Terden saçlarım birbirine yapışmış, boynumdaki kir çizgileri, güneşin altında başım zonklaya zonklaya oynuyordum. Takım olarak ise gerçekten rezil bir durumdaydık. O kadar kötü bi durumdaydık ki kalecimiz kendini bilmez bi şekilde sanki sol açık gibi topu alıp karşı takımın kalesine doğru artistik çalımlar eşliğinde ilerlediği bi anda topu kaptırmıştı ve onların ceza alanına doluşmuş tam kadro olarak bittiğimizi resmileştiren golü izlemiştik. Karşı takımın oyuncusu bizim bomboş ceza alanımızı geçip boş kalemizin önünde topu ayağıyla sabitledi ve yere eğildi. Sonra kafası ile topu yavaşça sürdü kalemize doğru. Böyle bir gol, siz sevgili okurlarımın da bildiği gibi normal bir mahalle takımını dağıtmasına, golü yiyen takımın kaptanının topu tutup havaya rasgele degaj çekip uzaylamasına sebebiyet vermesine, ardından dikilen topun sahibinin aşağıdaki bayırda topun peşinden küfür ederek koşmasına ve maçın bitmesini sağlamasına rağmen biz maçı bitirmedik.

Kaleye doğru gidip ''ver lan eldivenleri ben geçicem kaleye. Sen bas! Kıran kırana oynuycaz'' diyerek ittim denyo kalecimizi. Tecrübeli bir file bekçisi gibi direğe yaslanarak taktikler veriyordum takımıma. Ama kimse beni dinlemiyordu. Umursamadım bağırmaya devam ettim. Yavaş gelen bir aşırtmayı çift yumrukla bertaraf etmek isterken yanlışlıkla içeri aldım. Eski kalecimizle göz göze geldik. Çabuk hareket edip topu alıp sanki daha deminki salak ben değilmişim gibi millete ileri gitmesi için bağırarak degaj çektim ama ileri doğru gitmesi gereken top, ayağımın dışına gelerek sağ yanıma düştü. Zalim top, rakip takımın santraforunun önce göğsünde yumuşamış sonra da ayağının içinde yerini bulmuştu. Üzerime doğru şut çekmek için geliyordu. Her şey boka sarmıştı, belli ki bir mermi kıvamında gelecekti şut. Tırstım... Top resmen tsubasanın yamuk topu gibi geliyordu üzerime zıplayarak kaçılmaya çalışırken götümün yanı ile baldırım arasına çarparak zıbarttı beni. Sanki topu tutmuş gibi oldum. Ama ceza sahamızdaki tehlike bitmemişti. Biraz zıbardıgımdan reflesksel olarak hareket ettiğim için, biraz da benden başka kimse olmadığı için topu ayağıma alarak şık hareketlerle ilerledim. Orta sahayı geçince ''oluyo lan'' diye düşünüp iyiden iyiye gaza geldim. Diziyordum resmen lavukları. Ama birden iki kişi girince dengemi kaybettim yan taraftaki tellere tutunup çalıma öyle devam ettim. Mücadele uzayınca yere düştüm yerde oturarak çalıma giriştim. Yine siz sevgili okurlarımın bildiği üzere yere oturarak yapılan mücadele, mücadelelerin en rezilidir, futbol tarihinin yüz karasıdır.

Tam o sırada çocukluk arkadaşım, can yoldaşım, hemşerim, biricik dostum Namık’ı gördüm. Ben ağzım açık oturduğum yerden Namık’a bakarken top ayağımdan alındı ve yine golü yedik. Gol tanıdık, rezillik tanıdık ama Namık farklıydı. Adam çıkarıp hemen oyuna dahil olması ve takıma dahil olması ve takımı kurtarması gerekirdi normal şartlarda ama öyle yapmadı. Elleri cebinde öylece bizi büyük bi ciddiyetle izledi. Oyun en sonunda havaya dikilen degajla bitti, top bayıra gitti. Top sahibi bayıra ben Namık’ın yanına koştum. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ne güzel kir pas içinde, itişe kakışa oynuyorduk, neydi bu temizlik, neydi bu mesafe tam anlayamamıştım. Garip bir şeyler oluyordu. Bana cebindeki kutudan bi sakız verdi. Karşılıklı konuşmadan çiğnedik bi müddet. ''Biz bugün köye gidiyoruz. Üç ay yokuz'' dedi. Sevgili dostlarım şimdi tam anlatabilir miyim bilmiyorum ama o gün ilk defa bireylerin değişmesinin beni ne kadar korkuttuğunu anladım. Sanki hep öyle devam edecek sanarken, insanların bir takım kararlar alması, birden ciddi bir mesafe takınması çok koydu bana. En yakın arkadaşım çok yabancı geliyordu lan! "İyiydik lan. Nereden çıktı bu köy'' demek istedim. Sonra anne baba ve kardeşi geldi. Bavulun bir ucundan tutup bayırdan aşağıya doğru yürüdü gitti tertemiz yeni yıkanmış Namık. Arkasından bakakaldım. Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Ağzımdaki sakızı biraz önüme tükürüp sakıza bir şut çektim sonra geriye doğru koşarak top sahibinin elindeki topa vurup düşürüp elime aldım, uzayladım. Top bayıra doğru gitsin istedim ama Namıkların terk edilmiş balkonuna düştü. Bayıra son bi kez baktım, arkasına bakmadan gidiyordu. s.keyim böyle hayatı dedim.

Çok sonraları, dört yıl önce, yine böyle bi yaz, mühendisliği anlamsız bir şekilde, ortada hiçbir neden yokken bırakıp zağar gibi sokaklarda gezdiğim sıralarda aynı duyguyu yeniden hissettim. Kız arkadaşımla Beşiktaş’taki çay bahçesinde oturuyorduk. Namık ciddiyeti vardı suratında. Ben ''bi çay daha içer misin'' diyecekken söz girdi ve ''Ben geleceğimi düşünmek zorundayım umut. Kusura bakma'' dedi. İyiydik lan demek istedim diyemedim. Gidişini izledim. ''Artık kaşar oldum, bi daha hissetmem'' derken bu sefer asker ocağına sigarayı bırakmaya çalıştığım sıralarda yakaladı beni duygu. Telefondaki ses çok ciddiydi bu sefer. İyiydik lan diyebildim bu sefer. Telefonu kapattım. Ağladım, çok ağladım. Ağlarken sakızım ağzımdan düştü. Ben hiç çok ciddi kararlar alamadım, karar alanlara arkadan baktım.

Umut Sarıkaya

bu yazıyı okuyunca ağladım evet baya bildiğiniz gibi ağladım.. şahane bir yazıdır..

6 Kasım 2009 Cuma

9 KERE 7

Uzun uğraşlar sonucu yazıya başlıyabiliyorum..Tuvalete gitmem lazım gittikçe sıkıştırııyor ama bu koca bebeği oraya kadar sürüklemek sonra geri dönmek tekrar oturmak zor geliyor.bu bahis de nerden çıktı şimdi ?kime ne benim çişimden ? tekrar tekrar aynı şarkıyı dinliyorum 'milow ayo technology' yanlış mı yazdım acaba? (niye yanlış yazayımkı gogıldan baktım ve bunu mu demek istediğimi sordu evet tamda onu demek istemiştim haşmetli gogıl)güzel yorumlamış adam .şarkı bi manidar geldi bana (manidar? sanırım bunu da ekşi sözlükten tam mealine bakmam lazım) ''i'm tired of using technology, why don't you sit down on top of me''türkçesi; teknolojiyi kullanmaktan bıktım,neden üzerime oturmuyorsun? evet evet bana manidar geldi..bu aralar teknolojiyi kullanmaktan ya da daha güzel bi teknoloji yi hala bulamadıgımızdan ('abi adamlar 4G ye geçiyomuş diyorum sana ya') mı sıkıldım bilmiyorum.benim için en büyük icat hesap makinasıdır. nasıl oluyoda saniyede çarpıp toplayıp ikiye bölüveriyor inanası gelmiyo insanın.küçükken benim en büyük kahramanımdı..zira 8. sınıfa geçmeme rağmen hala keraat cetvelini ezberleyememiştim..en zoruda 9x. lardı be.bana 9 çarpı 7 deme yindi..soruyu duyduğumda her çocuk gibi tavanda yada bu kelimenın 3. harfi 'b' olana bakar gözlerim dolardı.ilk önce 7 ilen 8 çarpardım(8 ler kolaydı be sanki ondan)sonra bi 7 daha ekledım mı ohh değme benim keyfime nasılda bulmuştum ama en birinci oldum ben.hesap makinasının bunu anında yapması onu gözümde kutsal kılmıştı. hala da şaşarım ve hala hesap makinası benim için kutsaldır. ona karşı ayak falan uzatamam yerde bulduğumda en yukarı kaldırırım. arada bi gün ışığına çıkartırım güneş enerjisi için(selam olsun sana citizen marka hesap makinası olan ev arkadaşım).tüm işlemleri yaptığı yetmediği gibi bide güneş enerjisiyle yapıyor tüm bunları.ben her gün gün ışığına çıkmama rağmen
hala bi düşünürüm 9 la 7 yi çarparken..Allah tan okuduğum bölüm sözel ağırlıklı..kimse bana 9 kere 7 yi sormasa ya ,belki işte dünya o zaman daha güzel olabilirdi..''9 KERE 7 NİN SORULMADIĞI CUMHURİYET'' ohaa keşke böyle bi ülke olsa diyorum.tam bağımsız olmasa da olur(tam bağımsız ülke? = olması için her daim çaba harcanılası) özerklikte yeter bana.cumhurbaşkanı da olur muyum lan acaba ?sonra da belki bağımsız bir ülke olur.en birinci ben olurum o zaman.gözüm açık gitmez aa dostlar..kuru üzüm yedirtmem
halkıma zihinleri açılmasın kimse bulamasın 9 kere 7 yi..hitler gibi bende asil ''9 KERE 7 SORULMAYAN CUMHURİYETİN'' ırkını yaratırdım(yaratmak mı ?böyle cumhuriyete sahip olunca kendimi firavun gibi hissettim heralde..HAŞA..)kimse 9 kere 7 yi sormazdı.. hatta böyle soruyu hiç hatırlatmamak için 'malum soru' derdim. yok yok ''sorulmayası soru'' böyle daha edebi bi tarz oldu heralde. anayasanın ilk maddesi olurdu..''sorulmayası sorunun'' sorulması ve sormaya yeltenmek yasaktır.tabi ikinci maddede 1. maddenin değiştirelemyeceği olurdu..tabi bazı uyanıklarda çıkardı 7 kere 9 derdi.o zaman onu karşıma alır nolur böyle şeyler yapma bize vicdansız çoçuk ne istiyosun bizden,kendi kendimize bırak bizi allaşkına sormak isyitosan çek git bu diyardan derdim.çok mu ütopik oldu be ne ?